TANITIM YAZILARI

ÜNİVERSİTE KÜTÜPHANESİNDE, DERS KİTABI YERİNE AŞK KİTABI

Sayın günlükçüğüm, tamam biraz sapıkça göründüğünün farkındayım ama farzet ki sayfalarının arasına koyduğum bu fotoğraflar, benim mutfak camından gizlice çektiğim platonik sevgilim Adonis’imin fotoğrafları değil de bir Yunan heykelinin resimleri… Ama şuna bir baksana lütfen; topladığı dağınık saçları, uykulu ela gözleri, sakalındaki sigara külü, çamaşır suyundan rengi yer yer açılmış tişörtü ve gri geniş eşorfmanıyla ne kadar da çekici… Benzer fotoğraftan yüzlerce olduğunun farkındayım ve bir kısmı da aşk kitabımızda. Ama kitabımız… Of! Tamam, sakinim! Baştan başlıyorum:

Sabah yine mutlu bir şekilde uyandım. Gerinmeden bile yataktan zıplayıp mutfağa koşup camdan baktım: Adonis’im uyuyordu. Ay! Aşkım yahu! Bir bebek kadar masumdu. Telefonumu kaptığım gibi bir- iki fotoğrafını çektim. (Tamam tamam üç-beş tane diyelim! TAMAM en az 50 tane!) Sonra baş belası canım kardeşimi okula götürüp dönen annem girdi mutfağa da toparlandım. Elimde yine yarım ekmekle karşısında öylece duruyordum. (Ne zaman Adonis’imi görsem ekmek yiyorum nedense!) Annem, bende bir gariplikler olduğunu söyledi ve giyinmek üzere odasına geçti. Hemen ekmeği bırakıp telefonumu kaptım, kamerayı açtım ve kadrajda Adonis’imin yataktan kalkmış olduğunu gördüm. Fırsattan istifade elli- elli beş tane fotoğraf çektim. (Tamam tamam altmış- altmış beş diyelim! TAMAM en az 100 tane!) Başını kaşıyıp saçını özensizce topladı. Ve aniden siyah tişörtünü çıkarıp yatağa attı. Vuuhuu! Yoksa şimdiki hamle; eşorfman altını çıkarmak mıydı? Aniden aklıma çok eski bir şarkı geldi: Gökhan Tepe’den: ”Pantolonunu sevdim, çıkar onu bebeğim!”  (Neler oluyor bana!!??) Ben şarkıyı mırıldanırken annem geldi, aniden perdeyi kapatıverdim. Annem bende gariplikler olduğuna büsbütün emin oldu.

-Ateşin mi var senin? Yüzün kıpkırmızı!

dedi çay koyup otururken. Ben de yaramazlık yapmış bir kız çocuğu gibi ağlayarak odama koşacaktım nerdeyse ki toparladım. Eski Audrey kibarlığıma geri döndüm.

-Yoo iyiyim, sen nasılsın anneciğim?

Annem bir şeyler dedi de pek duymadım. Tek düşündüğüm; masanın üzerinde duran telefonumdaki fotoğraflardı. Aniden telefon titredi. Mesaj Işık’dan geliyordu.

-Kaç gündür okula uğradığın yok! Tamam aşıksın da kızım, yarın vizeler başlıyor. Ders notların da yok? Kaynakların var mı bari?

Kan beynime sıçradı. Biliyorsun sayın günlükçüğüm; ilkokulda ‘inek’ denilen tiptendim, lisede ‘iftihar öğrenci’ ve üniversite de ‘onur kolu başkanı’… Kendime bir söz vermiştim: Hukuk fakültesini bölüm birinciliği ile bitirip mükemmel bir avukat olacağım. Notlarımı asla düşüremem.

Hemen odama koştum; ‘black little dress’, siyah küçük topuklu ayakkabılarımı, yine siyah çantamı, beyaz inci küpelerimi takıp beyaz dar trençkotumu giyinip koşarak çıktım. Koşa koşa, nefes nefese otobüs durağına vardım. Duraktaki herkes bana bakıyordu: Bir iki çocuk üstüme başıma bakıp gülüştü! (Bu milenyum insanına neler oluyor böyle; zarafet anlayışlarını mı yitirdiler?) Her zamanki gibi önüme dönüp ciddiyetle otobüsü bekledim. Kısa süre sonra da otobüs geldi. Eski bir İstanbul beyefendisi bana yer verdi. (Gerçek bir genç kadın olmak çok güzel!) Bir kaç yaşıtım kız bana sinirli sinirli baktı. Onlara kibarca gülümseyip başımla selam vererek çantamdaki telefonumu çıkardım. (Kızlar daha sonra hakkımda yüksek sesle bir şeyler konuştular da önemsemedim) Fotoğraflara baktım: Adonis’im göz kamaştırıyordu. Sonra kitap okumaya başladım: Elif Şafak- Aşk.

Az sonra okul kütüphanesindeydim. Kitaplara gömülmeden önce Adonis’imin fotoğraflarını bastırmak istedim. Ben öyle dijital, elektronik şeyleri sevmiyorum. Fotoğrafa bir ekranın arkasından bakmak bana göre değil. Aynı şekilde kitapları da elimde tutmak, romanların sayfalarını çevirerek, kokusunu soluyarak okumayı seviyorum. E-kitaplar bana göre değil.

Fotoğrafları kendime mail atarak kütüphaneden çıktılarını aldım: Onlarca sayfada, yüzlerce Adonis’imin fotoğrafı… Kağıtların bir kısmını çantama sığdırdım ötekilerin ise ön yüzünü göğsüme bastırıp kütüphane görevlisine gülümseyerek selam verip kuytularda bir masaya oturdum. Kimse tarafından görülmüyordum şimdi. Oturdum ve yeniden fotoğraflara baktım. ‘Ah, ne kadar da yakışırız; tıpkı Audrey Hepburn ile Mel Ferrer gibi oluruz, boşanmamış halleri gibi tabii’ diye düşünerek bir uyum denemesi yapmaya karar verdim: Cüzdanımdaki fotoğrafların arasından kendi vesikalığımı buldum ve Adonis’imin fotoğrafıyla yan yana tuttum. (Aaa! Gerçekten çok yakışmıştı.) Kitap raflarının birinde yapıştırıcı gördüm,(şansa bak!)  alıp bir de yapıştırdım, çok güzel, çok şık oldu. Sonra fotoğrafın yanına hayalimdeki ölümsüz aşk hikayemizin mini minick bir özetini yazdım.(Aslında pek de minicik sayılmazdı: Beş- on sayfa kadardı. TAMAM! En az yirmi sayfa!) Küçük bir aşk kitapçığı hazırlamıştım. Karga Medya’nın hazırladığı sevgili kitapları kadar kaliteli olmasa da elimdeki imkanları kullanmıştım işte 🙂

Her neyse, buraya çalışmaya gelmiştim. Ve lise çağında da değildim. Üniversiteli genç bir kadındım. Fotoğrafları ters çevirip masada ileri ittim. Üzerine çantamı ve trençkotumu koyup kalktım. Bana lazım olan kitapları aramak için kitaplıklar arasında gezinmeye başladım. Bir baktım, yüzünde her zamanki itici sırıtışıyla Marmara Bölgesi’nin ve hatta Anadolu ve balkanların en yapışkan çocuğu; Doğuş bana doğru geliyor. (Bu çocuğun kütüphanede ne işi olabilir ki!?)

-Naber?

dedi. (Terbiyesiz, saygısız, karaktersiz odun! Kütüphanede sohbet ediyor!)

-Şşşt!

Kitaplara bakmayı sürdürdüm. Peşimden geliyordu maalesef.

-Bayağıdır göremedim seni.

-İki gün oldu sadece

diye fısıldadım.

-Bana iki yıl gibi geldi. (iğrenç gülüş! ıyk)

Bir şey demeden kitapları tarama yapmaya devam ediyordum.

-Sana şarkı besteledim. Videoyu Youtube’a koydum Pınar’ıma diye! İzlesene!

Elimdeki kitapla ona hızla vurdum. ‘SAÇMALAMA!’ Daha çok güldü. (Deli  mi ne!?)  Uzaklaştım. O da peşimi bıraktı. On dakika sonra yeniden karşıma çıktı: ‘Video izlenme rekorları kıracak, Beyaz Show’a bile yolayacağım, izlersin artık rezilliğini’ dedi ve kütüphaneden çıktı. Aldırmadım. Camdan Doğuş ile arkadaşı Yaşar’ı bir kağıda bakıp gülüşürken gördüm. (İlkokul çocukları kim bilir neye gülüyorlar! Benim Adonis’im erkekse acaba bunlar ne! diye düşündüm) Elim kolum kitap dolu, masama döndüm, çalışmaya başladım. Ara verince de internete girip ayakkabı kataloglarına baktım. İki gündür Adonis’imi izlemekten takip ettiğim alışveriş sitesindeki kampanyalara bile bakamamıştım. Adonis diyince de aklıma geldi (sanki aklımdan çıktığı varmış gibi!) bir fotoğraflarına bakayım da çalışmak için şevk gelsin dedim ve çantamın altına koyduğum sayfalara uzandım. Elime kağıt falan gelmedi. Allah allah! Trençkotu kaldırdım, çantayı kenara çektim, yok! Yok! YOK! Yerimden zıpladım. Neredeydi bu çıktılar? Sonra aniden başımdan aşağı kaynar sular döküldü: Fotoğrafları Doğuş almış olmasındı? Dışarda Yaşar’a gösterdiği kağıtlar….? YOKSA?! Buna ihtimal vermek istemedim, masanın altına baktım, çantamın içine… Yoktu! Hemen trençkotumu, çantamı alıp çıktım; Doğuş’u aradım. Açmadı! Normalde hemen açardı! Ne yapacağımı bilmez halde Baha’yı aradım. Baha, Doğuş’un yakın arkadaşı, ama onun gibi mal (afedersiniz! ‘Ürün’ diyelim.)  değil. Telefonu kapalıydı. Bizim kızları arayıp anlatmayı düşündüm ama yediremedim kendime: Fotoğrafların yanında kendi fotoğrafım vardı ve yanına yirmi- yirmi beş sayfalık aşk hikayesi yazmıştım. Of!

Otobüse atladım. Sabah otobüste gülümsediğim kızlar yer kapmış, bana bakıp bakıp gülüyorlardı. Ve bu kez ben ayaktaydım. Üstelik korkunç görünüyor olmalıydım. Yol boyunca yüzlerce kez Doğuş’u aradım, açmadı.

Eve geldim, baş belası canım kardeşim okuldan dönmüştü. Suratımın haline bakıp epey bir güldü. Odama geçtim. Laptobu açtım. Bari en sevdiğim filmi izleyeyim dedim: (Breakfast at Tiffany’s) O sırada Doğuş’tan mail geldi: Mailde sadece gülen surat vardı. Az sonra gördüm ki bir de video eklentisi vardı. Tıkladım. Ekrandan Adonis’imin fotoğrafları geçmeye başladı. Aynı zamanda Doğuş kahkahasını tutmaya çalışırcasına yazdıklarımı okuyor, kız gibi sesler çıkarıyordu. Fon müziği olarak da Nilüfer ile Hayko Cepkin’in Aşk Kitabı mp3ünü seçmişti. Yazdıklarımı okuması bitince ekranda, yanına kendi fotoğrafımı yapıştırdığım fotoğraf çıktı. Adonis’im de ben de gayet açık görünüyorduk! Rezillik! REZİLLİK! Ya videoyu youtube’a da koyarsa??? Ah Audrey, ben sadece senin gibi olmak istedim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı